Pencereyi gören bir eşyanın yüksekliğinden seyrediyorum geleceğimin ellerimin arasından kayıp gidişini. Tam karşımda bir ağaç savruluyor rüzgarda, kökü burada filiz vermiş, burada yeşermiş ve göğe uzanmış elleri, yadırgamıyor bir şeyi. Sesler geliyor kulağıma, uğultular, bağırışlar. Şimdi burada üç haneli bir sayı insan bedeni. İnsanların pırıl pırıl yüreği, hayalleri, cehaleti. İnsanların heybetli gövdesi, korkak bakışları üç haneli. Benimkisi beşyüz elli iki. Toprak parlıyor, parıltısı ve hevesi alıyor gözlerimi. Turuncuya dönmüş bulutlar hareketsiz bekliyor, birden bire sabah olsa şaşırmayacakmışım gibi. Fakat en azından yedi saat var, yedi saat daha bekledim mi göreceğim ayaz altında alacakaranlık rengini. Yazarken yanıyor ellerim. Tanıyorum bu öfkeli, cesaretli ve çaresiz hasreti. Eşyadan farksız, hissiz, umudunu yitirmiş bekliyorum üzerime doğru gelenleri. Şimdi, gördüğüm gözlerinin içi, şimdinin, şu anın tek tesellisi. Bir de kulaklarımda çınlayan sesinin sihri, ellerine değmiş ellerimin huzuru yitirmemiş olan saadeti.